Kendine Bir İyilik Yap!

İnsan, var oluşunu keşfetmeye başladığında gerçek anlamda insan olmaya başlıyor. Var oluş amacını bulamayanlar ise fırtınalı bir denizde kaybolmuş tekne gibi oradan oraya savruluyorlar. Kendilerini yeryüzünün en anlamlı üyesi konumunda hissetmeyenler bazen aidiyet duygularını kontrol etmek için bir grubun içine dâhil oluyorlar bazen de popüler kültürün aygıtlarıyla kişiliklerini oluşturmaya çalışıyorlar.

Gözümüzün süper gücü olarak gözümüzde büyüttüğümüz Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan insanların çoğu ev, iş ve market arasında hayatlarını idame ettiriyorlar. Dünya olaylarından ve devletlerarası politikalardan bihaber yaşıyorlar. Yani bize öğretildiği gibi uygarlığı ileri seviyede millet değiller. Sadece parayı ve medyayı iyi kullanıyorlar. Tehdit ederek ve gözdağı vererek varlığını sürdüren ABD aynı zamanda başka ülkelere medeniyet transferi yapıyor. Maalesef ABD emperyalizmine karşı olduğunu iddia eden herkes gibi biz de onların ürettiği ve modernlik adı altında pazarladığı sosyo-teknolojik ürünleri kullanmak durumunda kalıyoruz.

Yaşama ve yaşayan her canlıya saygının öğretilmediği bir dünyada yaşadığımız için insanların çektiği acılara duyarsız bir insan prototipi ortaya çıktı. Bireyselleşmenin alabildiğine yaygınlaştığı günümüzde insanların birbirleri ile olan irtibatının kesilmesi kaçınılmaz oldu. İnsanlar birbirlerine emanet bırakacak kadar güvenmeleri şöyle dursun selam verip almak bile imkânsız hale geldi.

Varoluş amacını keşfedemeyen insan gittikçe bireyselleşiyor ve gittikçe yalnızlaşıyor. İnsanın yalnızlaşması onu tüketim odaklı olarak etrafına bakmaya zorluyor. Bu da kapitalist sömürünün insanoğluna biçtiği en güzel paye olarak ne yazık ki önümüzde durmaktadır.

İnsan tüketerek yaşar ve tükettikçe keşfeder, tükettiğinin de kendisine yettiğini düşünür bir anlık gafletle. Tüketecek bir şey kalmadığında Tabiri caizse sudan çıkmış balığa döner. Tükettiğini üretemediği zaman tükettiğinin kölesi olmaya mahkûm olur insan.

En iyisi bende olsun diye nefsimize yenilip her sene yenisini aldığımız cep telefonlarının fonksiyonlarının yaklaşık %70’ini kullanmıyoruz. Sistem güncellendikçe son teknoloji ürünlerini kenara atıp işe yaramaz muamelesi yapıyoruz. Onlar üretiyor biz tüketiyoruz, “Akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal su miktarından fazla su kullanman israf olur” diyen Peygamber’in ümmetiydik biz. İnsanın kişiliğini ihtiyaçları belirlerdi aynı zamanda. Kişiliğini doyuramayan tüketimini arttırır demişler.

İnsan doğumundan itibaren ilk beş yıl içinde yaşadığı travmalar, korkular, heyecanlar, mutluluklar ve öfkeler o insanın nasıl bir karaktere bürüneceğinin sinyallerini veriyor. “Küçük, nasıl olsa henüz aklı ermez” diye bebeklerin yanında konuşurken seçtiğimiz uygunsuz kelimelerin ve olumsuz hareketlerin onun bilinçaltına yerleştiğini ve ileride karşımıza olumsuz davranış olarak çıktığını hepimiz biliyoruz.

Çocuklara karşı ilgisiz kalıp kendi halinde büyümesini beklersek toplumdan uzak, pesimist bir karaktere dönüşeceğini bilir ve o gün kime çekti bu çocuk diye hayıflanmayız. Sorumluluk ve vicdan bilincini aşılayamadığımız bireylerin iyi bir Müslüman olmasını bekleyemeyiz. Günümüzde yetişen nesil dini değerlerini tuttuğu futbol takımı kadar bilmiyor ve savunamıyorsa elbette sömürülmeye mahkûm olacaktır. Kapitalist çarkı işletenler bilinçsiz ve idraksiz bir toplumu tıpkı petrolü sömürdükleri gibi sömürmeye devam edeceklerdir.

Bir düzen kurulmuş, dünyaya geldiğin andan itibaren yaşam standartlarına göre kategorize edildiğin bir düzen. Bu düzen içerisinde yıllarca savaş tarihi okutuldu ilkokullarda, yıllarca farklı milletten olan insanların birbirleriyle girdikleri savaşları dinledik. Savaş tarihiyle büyüyen bir nesilden çiçek bahçesi yetiştirmesi beklenir miydi? Yoksa bu da kurulan düzenin bir parçası mı?

Sonuç olarak medeniyetin ilerlemesi insanın doğumundan itibaren başlar. Eğitimi ertelemek, sanatı hor görüp diğer alanları överek bireyi yönlendirmek, hangi alanda yeteneği varsa bu yeteneğinin önüne engeller koymak, genç yaşta zorla evlendirmek gibi hastalıklar bir neslin yoluna tuğla örmekle aynıdır. Yarınımızın belli olmadığı bu dünyada çocuklarımıza nasihatle değil yaşantımızla örnek olmamız gerektiğini düşünüyorum. Biz çocuklarımızın sahibi değil onların rehberleriyiz.

Yazan: Ahmet Furkan Onat

(Edebiyat-Deneme)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir